İnsanoğlu zamanla yaşadığı
yerleri görsel olarak süsleme, zengin gösterme yoluna gitmiştir. Bu
ihtiyaçlar zamanla yerini vazgeçilmez bir sanata bırakmıştır. Çeşitli
desenlerin alışagelmişlikle uygulanması gelenekselliği ortaya
çıkarmıştır.
Osmanlı beyliğinin kurulduğu
yıllarda Anadolu, birçok beyliğin kuruluşuna şahit olmuştur. Fakat bu
beyliklerden en güçlüsü ve uzun ömürlüsü Osmanoğulları Beyliği olmuştur.
Osmanlı sanatında da gördüğümüz bu beyliğin sanatsal çalışmaları
görülmeye değerdir.
Türklerin Anadolu’ya kesin
girmesi, dağınık olan akınlar göz önünde bulundurulmazsa 1071’de
Malazgirt zaferiyle başlamıştır. Bu dönemde Anadolu’yu zayıf bir devlet
ve kilise idaresinde, tenha, fakir ve bitap içinde bulduklarını söyleyen
devletler mevcuttur. Ancak, ne nüfus sayısı, ne de dini ve iktisadi
bakımdan önemsenmeyecek, zayıf bir ülke ile karşılaşmadıkları da
aşikârdır.
Anadolu, 11. ve 12. yüzyıllarda
Bizans imparatorluğunun en önemli bir bölgesi ve belkemiği halindeydi.
Bu durumda Türk akın, fetih ve yerleşmelerinin değeri de artmıştır.
Belli kültür seviyesinde olan,
dinine bağlı bir milletin yaşadığı topraklarının elinden alınması,
Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması, hatırı sayılacak güçlükte bir
görevdi.
Osmanlı beyliği, kuruluşundan
itibaren çok hızlı bir gelişme süreci yaşamıştır. Bunda, zengin
topraklarda, kültürce zengin yerlerde, yabancı kültürle yakın ilişkiler
içinde bulunması önemli rol oynamıştır.
Anadolu’nun Türk idaresine
geçmesi sırasında muhakkak ki binlerce yılın bıraktığı mahalli
geleneklerin ve izlerin taşıyıcısı olan sanatçılar ve ustalar
bulunmaktaydı ve bunlar belli bir formasyona sahiptiler. Taş veya duvar
işçiliği gibi konularda teknik bilgilerin değerlendirebilmeleri az çok
mümkün olan bu ustalar, çini veya stuko gibi Türklerin ana yurtlarından
getirdikleri tekniklere tamamen yabancı idiler. Sanat zevklerinin ise
pek de etkili olduğu söylenemez. Zira ne Selçuklu ne de Beylikler
devrinde mahalli zevkin mahsulü olan eserlerin kopya edilmediği
aşikârdır. Ancak batıya daha çok yönelik olan Osmanlılarda yeni vatanın
mahalli gelenek ve göreneklerinin anavatandan getirilen zengin sanat
repertuarı içinde sindirilmesi ile bir yeniçağ Türk sanatı ortaya
çıkmıştır. Bu sanata geçişte tutulan yolu ise ancak erken Osmanlı çağı
mimari eserlerinde görmekteyiz.
Bölüm 1/ Osmanlı döneminden önce süsleme sanatına bakış
1.İSLAMİYETTEN ÖNCE TÜRK SÜSLEME SANATI
Konumuzla ilgili olarak Hoça
harabelerinde bulunan 4. ve.3 yüzyıl maniheist duvar resimleri ve
minyatürler Türk resminin bugüne kadar bilinen en eski örnekleridir.Bu
minyatürlerde rahipler vakıfçılar,müzisyenler
canlandırılmıştır.Kompozisyon sıralama halinde ve simetrik düzene
göredir.Renk olarak parlak renkler,koyu mavi ve kırmızı
kullanılmıştır.Çiçek sarmaları ve üzüm salkımları süslemeler halinde
uzanmaktadır.Resimde önce İran sonra Çin etkisi yerleşmiştir.
2.İSLAMİYETTEN SONRA TÜRK SÜSLEME SANATI
Türklerin İslamiyet’i kabulünden
sonra Mu’tasım tarafından Türk muhafız ordusunun Samerra’ya
yerleştirilmesiyle Türk sanatının etkileri görülmeye
başlamıştır.Saraylar ve evlerin alçı süslemelerinde eğri kesim tekniği
ile yaş sıvalar üzerine tahta kalıplarla yapılan süslemeler,Türk
Sanatının İslam Sanatına getirdiği ilk yeniliklerdendir.
3.ANADOLU SELÇUKLU DEVRİ SÜSLEME SANATI
Selçuklularda,mukarnas,geometrik,yıldız
geçmeler ve örgü motifleri,büyük bir ustalıkla tam yerinde
kullanılmıştır.Bu geometrik kompozisyon yanında Selçuklularda nebati
motiflerin de inanılmaz bir gelişmesi olmuştur.Natüralist bir enginarı
canlandıran taşkın,plastik şekillere varan süslemeler yanında, Rumi,
palmet, lotus ve kıvrık dalların tükenmez bir yaratma neşesi ile daima
değişen şekilleri ustalıkla kullanılmıştır
4.BEYLİKLER DEVRİ SÜSLEME SANATI
14. yüzyıl başında Selçuklu
mimarisi ve taş süslemeleri kuvvetini ve canlılığını
kaybetmemiştir.Yalnız erken dönem Osmanlı yapılarında
Kervansaray,bedesten ve hanlarda,iç süsleme hemen hemen hiç
yoktur.Medreselerin avlu cephelerinde dış süsleme özellikleri arz
eder,Yapının giriş bölümleri ile mescit kısımlarında süsleme görülür.
Bölüm 2/ OSMANLI DÖNEMİ
OSMANLI MİMARİSİNDE SÜSLEME SANATI
Sarayın beğenisi ve
koruyuculuğuyla gelişmiş Osmanlı sanatının tüm kollarında işlenen
çeşitli üslup ve motiflerin,saray nakkaş hanesine mensup sanatçılarca
yaratıldığı,artık bilinen bir gerçektir.Özellikle.16.Yüzyılda saray için
çalışan sanatçı ve zanaatçılar topluluğu olan ehli hiref içerisinde en
büyük çoğunluğu nakkaşlar bölüğü oluşturuyordu sayıca çok olmalarının
doğal sonucu olarak,İmparatorluğun farklı coğrafi bölgelerinden gelerek
İstanbul sarayı nakkaş hanesinde toplanmış nakkaşlar,müzehhipler ve
ressamlar, tüm sanat kollarında etkin olan ortak bir form dili yaratarak
klasik Osmanlı sanatının oluşumunu belirlemişlerdir.
16. Yüzyılda natüralist
tarzda,alışılmış formlarda çalışılan yaprak,çiçek motifleri,bahar
dalları, süslemede kullanılmıştır.Çok çeşitli olan kıvrık dal motifi
gerek iç süslemelerde gerekse dış süslemelerde, kalem
işlerinde,çinilerde ve taş süslemeciliğinde çok kullanılmıştır.
İstanbul’da büyük gelişmeler
olurken Anadolu’da yerel sanatçılar kişisel üsluplarını
yansıtmıştır.Bütün bunlar Taşrada duvar resminin artık bir halk sanatı
olduğunu göstermiştir.
18..Yüzyılın ilk yarısından
başlayıp 20. yüzyıl başlarına kadar geçen süre içerisinde mimari
yapılarda uygulanan kalem işlerinde çeşitli konular tasvir edilmiştir.
Bunlar:
A. Manzara tasviri
B. Tek cami(yada tek yapı) tasviri
C. Tek Gemi tasviri
D. Natürmort sayabileceğimiz resimler
E. Sembolik olabileceğini düşündüğümüz motifler
F. İnsan ve Hayvan figürleri
1)erken dönem
ERKEN OSMANLI MİMARİSİNDE KULLANILAN SÜSLEME TÜRLERİ
1.1 Taş süsleme
“Taşın Türk sanatında geniş
ölçüde kullanılması Anadolu’da başlar. Orta Asya ve İran’da yapılar,
önceleri ker*Sansür**Sansür**Sansür* ve tuğladan, yer yer ise moloz
taşla inşa edilmiştir. Yüzeyler tuğla, pişmiş toprak (terakota) ve alçı
gibi malzemeyle kaplanıyor ve benziyordu. Sonraları buna, sırlı tuğla ve
çini de katıldı. Çevrede bulunan malzemelerin doğurduğu bu durum,
Türklerin Anadolu’ya girmesiyle hemen hemen kökünden değişti. Çevrede
bol ve çeşitli taşların bulunması, bu malzemenin daha önceki yapılarda
pek çok kullanılmış olması, önemli rol oynamıştır.
Yunan Frik, roma ve Bizans devri
Anadolu’sunda geniş çapta ve kalitede bir taş inşaat ve süsleme
geleneği sürmüştü. Bu devirlere ait eserler henüz göz önündeydi. Bu
hazır malzeme çok defa inşaatta ve süslemede devşirme olarak
değiştirilmeden kullanıldığı gibi, el altında bulunan büyük çapta
yapılar, taş ocağı gibi de işe yarıyordu. Bir çok taşçı ustasının
bulunuşu ise herhalde teknik bazı güçlükleri ortadan kaldırmıştı. Ancak
bu ustaların süslemeyi, motifler, tertip ve zevk bakımından pek de
etkilemediği, günümüze gelen eserlerden anlaşılabilir.
Pişmiş toprak veya stuko
süslemedeki girift geometrik geçmeleri, yıldızları, birbirini kesen ve
üst üste tabakalar meydana getiren motifleri, taşın yapısına henüz iyice
uygulanmamış halleriyle meselâ Divriği Ulu Camii süslemesinde
görebiliyoruz.” [1]
1.2 Tuğla - Taş Duvar Süslemesi
“Tuğla, çok erken çağlardan
itibaren inşaat malzemesi olarak çok geniş ölçüde kullanıldığı Türk
sanatında, özenle dizilmek suretiyle aynı zamanda başlıca dış süsleme
elemanını teşkil ediyordu. Tuğlanın önceleri, kendi basit formunun
verdiği imkanlar içinde, dikine ve yatay dizilmek suretiyle oldukça
basit, fakat pek çeşitli geometrik şekiller meydana getirmekte
kullanıldığını görüyoruz. Zamanla, daha zengin ve çeşitli süsleme elde
edebilmek maksadıyla tuğlaya, piştikten sonra veya pişmeden değişik
formlar verilmeye başlandı. Zaman zaman pek küçük parçalar halinde
kullanılan tuğla, yapı malzemesi olmaktan çıkarak, kaba işçiliği sahip
duvarlar üzerinde sathî kaplama için kullanılan bir malzeme haline
geldi. Anadolu’da, Orta Asya etkilerinin daha kuvvetle kendini
gösterdiği doğu bölgelerde, meselâ Van Ulu Camii’nde tonoz ve kubbe
kaplamalarında, çeşitli boyut ve biçimlerde tuğlaları kaplama malzemesi
olarak bulunmaktadır.”
1.3 Mukarnas Ve Benzeri Süsleme
“Türk ve İslâm mimarisinin
önemli elemanlarından olan mukarnas bu çeşit süslemede en zengin mimarî
tip olan hamamların incelenmesindeki güçlük yüzünden maalesef yeterli
şekilde ele alınamamıştır. Türk üçgenleri ve baklavalarla birlikte ayrı
bir etüd konusu teşkil edebilecek kadar zengin ve çeşitli problemleri
olan mukarnas, pek çok yapıda kubbeye geçiş organları olarak ve
bazılarında ise kubbenin içinde görünür. Bursa’da Hüdavendigâr Camii (
R.132-133), Yıldırım Medresesi ( R.179,182) kubbeleri mukarnaslı veya
zengin Türk üçgenli ve baklavalı geçiş bölgelerine örnek olarak
görüyoruz.”
1.4 Çini Ve Sırlı Tuğla
“Türk süsleme sanatının en
başarılı olduğu dallardan biridir. Başlangıcını tuğla dış süsleme
arasına renk katma amacıyla serpiştirilen sırlı tuğla parçalarında
aramak gereken bu süsleme türü, İran’da çok geç devirlere kadar bir dış
süsleme elemanı niteliğini korumuş, Anadolu’da ise zamanla daha çok iç
mekanları süslemek amacıyla kullanıldığı görülmektedir.
Anadolu’da Selçuklu devrinde
mozaik çini tekniği son derecede gelişmiş ve Konya, Kayseri, Sivas gibi
merkezlerde camii, medrese ve türbelerin süslenmesinde çok başarılı
örnekler vermiştir. Osmanlı sanatında başlangıçta zaman zaman mozaik
çini tekniğinde eserler vermekle beraber, yeni bazı teknikleri denemiş
ve çok farklı bir üslûp içinde geliştirilmiştir.
Tek renkli çini levhaların
kullanışını Osmanlı mimarisinin en erken devirlerinden itibaren tespit
edebiliyoruz. İznik’te 1335 tarihli Orhan Gazi imaretinde, kazılar
sırasında bu çeşit parçalar ve duvar kaplamalarında kullanıldıklarını
gösteren izler bulunmuştur. Yine Orhan Gazi devrine ait bir eserde,
Bursa’da Orhan Camii’nde mihrap duvarı dışında çini levhalardan, adeta
devşirme hissini veren panolar vardır (C1, C2; R. 207).
Bursa’da 14.yüzyılın ikinci
yarısına ait Koca Naib Camiinin kalkan duvarı ortasında ise altıgen çini
levhalarda bir çökertme pano yer almaktadır (R.144).”
1.5 Keramik
“Keramik kapların veya
parçalarının mimari süslemelerde kullanılması, Anadolu’da Selçuklu
devrinde ve bazı batı ülkelerinde de yine orta çağda oldukça sık olarak
karşımıza çıkan bir süslemedir. Osmanlı sanatında ise tespit edilebilen
yegâne yer, Ankara’nın, Osmanlı eseri oluşu münakaşa edilebilecek alçı
mihraplarıdır. Bunlar genellikle erken Osmanlı keramikleri olup, eskiden
yanlış bir şekilde ‘Millet işi’ adıyla anılan gruptandır.
Keramiğin mimari süslemede
kullanılması bir çeşit devşirme mahiyetindedir. Osmanlı sanatında az
görülüşünü de bu devir sanatında devşirme malzemenin azlığı ile
birleştirmek mümkündür.”
1.6 Alçı ve Stuko
“Alçı veya stuko ile süsleme,
Türklerin Anadolu’ya gelirken getirdikleri bir tekniktir. Daha önce
Bizans ve ermeni sanatında bu tekniğe rastlamamaktayız. Bu, eldeki
malzemeye bağlı tabii bir durumdur. Taşın bol olduğu Anadolu’da, alçının
kullanılmasına lüzum kalmıyordu. Taşın inşaat malzemesi olarak hemen
hemen kullanılmadığı Orta Asya ve İran’ın çeşitli bölgelerinde ise
alçının çeşitli karışımlarıyla elde edilen malzeme, süslemede önemli rol
oynamaktadır. Türkler, gittikleri her yerde bu malzemeyi ve
gerektirdiği tekniği beraberlerinde götürmüşlerdir.
Osmanlı sanatında, taş
işçiliğinin yanı sıra, iç süslemede alçı da oldukça geniş olarak
kullanılmıştır. Buna en erken örnek, İznik’ deki 1335 tarihli Orhan
İmaret Camiinde yer almaktadır.”
1.7 Malakâri
“Erken Osmanlı yapılarında
tespit edilen tek malakâri örneği, Eski Bilecik’teki İmaret’in
kemerlerinde ve örtü sisteminde görülür (R.110–113)
Sıva tabakası üzerinde alçı ile
meydana getirilen kabartma süslemenin renklendirilmesi ile stuko ve
kalem işinin bir birleşimi ortaya çıkmıştır.”
1.8 Ahşap
“Anadolu Türk sanatında ahşap
işçiliği çok önemli bir yer tutmaktadır. İstanbul’da Türk ve İslâm
Eserleri Müzesi, Ankara’ da Etnografya Müzesi, Konya Müzesi (İnce
Minareli Medrese) gibi birçok müzede Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı
devrine ait seçkin örnekler yer aldığı gibi, bir çok müzede Selçuklu,
Beylikler ve Osmanlı devrine ait seçkin örnekler yer aldığı gibi, birok
yapının ağaçtan oyularak meydana getirilen değerli aksamı veya eşyası,
yerinde muhafaza edilmektedir.
Kullanılan teknikler çeşitlidir.
İşçiliği daha kolay, fakat ağacın kalitesini kolaylıkla ortaya vuran
bir teknik, yekpare levhaların dik veya yatık kesimle, çeşitli profiller
meydana getirecek surette oyulmasıdır. Eserin tamamı bir levhadan
meydana gelebileceği gibi,bir çerçeve içinde çeşitli panolardan da
kurulabilir.
Mimariye bağlı ahşap eserleri minberler, kapı ve pencere kanatları, parmaklık ve şebekeler olarak görmek mümkündür.”
1. Kalem İşi
Geniş anlamıyla kalem işi veya
kalemkâri adı altında genellikle fırça ile, tezhip tekniğini andıran bir
teknikle meydana getirilen renkli desenlerdir. Geleneksel Türk ve
Osmanlı Süsleme Sanatının vazgeçilmez birer unsurudur.
“Sivil ve dinî mimarimizin iç
duvarlarını, kubbelerini ve tavanlarını sıva, ahşap, taş, bez ve deri
gibi malzeme üzerine renkli boyalar ile, bazen de altın varak
kullanılarak, kıllı kalem tabir edilen fırçalarla yapılan nakışlara
‘kalemişi’; bu nakışları yapan kişilere ‘kalemkâr’; tezyinatın
(süslemenin) projesi olan desenleri hazırlayıp uygulayan kişilere de
‘nakkaş’ denilmektedir.”
Özellikle saray, köşk ve evlerde
kullanılan kalemişi uygulamaları, şimdilerde eski eser restorasyonun
teşviki ve popüler olması nedeniyle çokça kullanılmaya başlandı.
Kalemişi, geçmişte ağırlıklı olarak dinî mimaride kullanılırken,
zamanımızda sivil mimari yapılarda da tercih ediliyor.
Kalemişi, daha az bilinen adı
ile kalemkari mimaride duvar, tonoz, kubbe gibi düz yada eğri yapı
yüzeylerinde, kurumuş sıvanın üstüne fırçayla yapılan renkli bezemeye
verilen addır. Tonoz, kubbe gibi örtü düzenlerine yapılan kalemkari
örneklerinden günümüze ulaşanlar arasında 1228-1229’da tamamlanan
Divriği Ulu Cami ve Darüşşifa’sı en önemlisidir. Bu tekniği freskten
ayıran en önemli özelliği yüzeysel olmasıdır. Anadolu’da bu tür en eski
duvar bezemelerine daha çok taş üzerine uygulanmış olarak ve özellikle
kırmızı renkte Selçuklu yapılarında rastlanır.
Kalem işi örneği
Erken Osmanlı Dönemi kalemişi
örnekleri arasında Bursa Yeşil Cami, Edirne Muradiye ve Üç Şerefeli
Cami’leri, İznik Kırgızlar Türbesi gelir. Bursa Yeşil Cami döneminin en
göz alıcı süsleme örneklerine sahiptir; güneydoğu ve güneybatısındaki
tabhane mekanları içinde yer alan alçı ocaklar ve nişler bitkisel ve
geometriksel motiflerle bezenmiştir. Nakkaş Ali tarafından yapılan bu
kalemişleri, bitkisel ve geometriksel süslemeler dönemin en
karakteristik örnekleridir.
“14. ve 15.yüzyıllarda 1389-1399
tarihli Bursa Yıldırım Cami’sinde olduğu gibi hafif kabartma (
Malakari) tekniği ile yapılan bitkisel ve geometriksel motiflerle süslü
alçı raflar, nişler, ocaklar moda olur. Bu geçiş döneminin getirdiği bir
diğer yenilikte, Edirne ve Bursa yapılarında örneklerini gördüğümüz
bitkisel motifler ve yazılardan oluşan sıva üzerine yapılmış kahverengi,
siyah, mavi, kırmızı renkli kalemişleridir. Kemerler, kubbe ve
tonozların iç yüzeyleri, duvarlar motifleri bazen çok karmaşık olan
kalemişleri ile süslüdür. Birçok cami’de avlu revaklarını örten
kubbelerin iç yüzeylerinde zengin kalemişi ve malakari örneklerine
rastlanır.”
“1451 yılında yapılan Bursa II.
Murat Türbesi’nde duvarların üst kesimi ve kubbe canlı ve parlak
renklere sahip kalemişi bezemelerle süslüdür. Motifler arasında çeşitli
formda vazolardan çıkan stilize serviler, kandil motifleri, şemseler ve
dinsel içerikli kitabeler dikkati çekmektedir.”
Kalemişi ve onun gelişmiş
örnekleri olan Malakari ve Edirnekari, Osmanlı Dönemi’nde gerek saray,
konak gibi sivil yapılarda, gerekse başta camiler olmak üzere dinsel
yapılarda çininin yanında en önemli duvar yöntemi olarak uygulanmıştır.
Erken Osmanlı ve Klasik Devir sivil yapılarına ait günümüze kalan bezeme
örnekleri ne yazık ki çok az sayıdadır. Yapılan bazı restorasyon
çalışmalarının desen ve renk yönünden doğru uygulanmamasında günümüze
gelen örneklerin yozlaşmasına yol açmıştır. Zaman içinde tekrarlanan
restorasyonlar ise desenlerin orijinal hallerinden uzaklaşmalarına neden
olmaktadır. Ancak bunun yanı sıra Edirne’deki Selimiye Cami’sinin büyük
kemerlerindeki, Üsküdar Yeni Valide Sultan Cami’si ve Çinili
Cami’sindeki özgün kalemişlerindeki onarımlar temizlenen boyaların
altından ortaya çıkartılmıştır.
Ahşap üzerine yapılmış
kalemişleri kubbelerde yada mahfil tavanlarında ve sıklıkla evlerin
ahşap bölümlerinde görülür. Bunlar erken dönemlerde rumî ve hatayî
motifli geç dönemlerde ise Barok ve Rokoko üsluplarının etkisindedir (
1591-1592).
Yapıların büyük çoğunluğunun
mimarlarının bilindiği halde özellikle Erken Dönem’de yapılarda çalışan
nakkaşların kimler olduğu bilinmemektedir. Örneğin 1447’de tamamlanan ve
15.yy Osmanlı süsleme sanatının en başarılı örneklerinden olan Edirne
Üç Şerefeli Cami’nin orijinal Kalemişi süslemelerinin İran’lı bir
sanatçı tarafından yapıldığı rivayet edilmektedir. Gerek Anadolu’daki
Halk Sanatı’nda gerekse İstanbul’da saraya yönelik imparatorluk
sanatı’ndaki ürünlerde desen ve renk bütünsel bir uyum gösterir.
Günümüzde de eski eser restorasyonu uygulamalarında ve modern yapı
guruplarında, farklı disiplinlerdeki içmimarlık çalışmalarında, geçmişin
tadını yaşatan Kalemişi uygulamaları yapılmaktadır.
“Günümüzde Kalemişi uygulanan
mekan dış etkenlerden iyi korunabilirse devamlılığı 100-150 senedir.
Kalemişlerinin ömrü kullanılan malzemenin kalitesine ve mekanın rutubet
alıp almamasına bağlıdır.”
2.KALEM İŞİ AŞAMALARI
a. Belgeleme:
Restorasyonu yapılacak motifler
ilk olarak fotoğraf, video gibi görsel tekniklerle belgelenmelidir.
Yapılacak restorasyonda belgeleme eserin ilk halini ortaya koyacaktır.
b. Mevcut Motiflerin Çizimi:
Motiflerin aydınger kağıdına çizilerek eksik kısımlar tamamlanarak yapılacak restorasyonda kullanılır.
c. Temizleme:
Yumuşak fırçalarlarla yüzey
tozlardan arındırılır. Yüzeyde kalan ve esere işlemiş kir tabakası ise
eser bünyesine zarar vermeyen kimyasal maddeler temizlenir.
d. Bozulmuş Yüzeylerin Alınması:
Duvar ve tavan yüzeylerinde kabarmış olan kısımların spatula veya bistürü yardımıyla temizlenmesi.
e. Onarım:
Dökülen ve bozuk yüzeyleri dolgu
malzemesi kullanılarak zemin düzgünleştirilir. Bu işlem yapılırken tüm
yüzeyin aynı seviyede ve düzgün olması sağlanır.
f. Astarlama:
Bozuk olan yüzeylerin ilk katına astar atılır.
g. Tozlama:
Daha önceden yüzeylerden çizimleri yapılan motifler şablonlarla düzeltilir. Çizilmiş olan motifler ince uçlu iğnelerle delinir.
h. Boyama:
Mevcut motiflerin renklerine en uygun olan tonlar bulunur. Motiflerin şekline göre uygun fırçalar kullanılarak motifler boyanır.
2.1 KULLANILAN MALZEME VE ALETLER
“Boya: Deseni renklendirmek için kullanılır.
İnceltici: Sanatçının fırçayı
rahat kullanabilmesi amacı ile boyanın incelmesini sağlayan malzemedir.
Yağlı boyada neft,Su bazlı boyada ise su kullanılır.
Fırça: Boyanın desen üzerine tatbik edilmesini sağlayan malzemedir.
Istaka: Fırça ile çalışırken,
elin titrememesi ve hatların düzgün çekilmesi amacıyla kullanılan,
yardımcı malzemedir.Ortalama 1-1.5 cm çapında 60,70 cm uzunluğunda ve
yuvarlaktır.
Eskiz Kağıdı: Üzerine desenin çizildiği şeffaf kağıttır
İğne: Eskiz kağıdı üzerinde bulunan deseni delme işine yarayan sivri ****l parçalarıdır.
Toz: Bu malzeme gözenekli bir
bez parçası içine konur ve yüzeye tutturulan eskiz kağıdı üzerinde
gezdirilir. Bu sayede desenin uygulanacağı yüzeylere, gözün seçebileceği
hatlarla geçirilmesini sağlar.
Strafor: Üzerine desen çizilmiş Eskiz kağıdını delmek için altına konulan yumuşak malzemedir.
Altın Varak: Boya yerine altın
kullanılması düşünülen yüzeylere uygulanan altından elde edilen defter
sayfaları halinde yapraktır.
Miksiyon: Altın varağın
uygulanacağı yüzeye tutunmasını sağlayan ve altın varağın
yapıştırılacağı hatlara sürülen bir malzemedir.”
2.2 Teknik açıdan kalemişi 4 gruba ayrılır.
1- Sıva üstü kalemişi
2- Ahşap üstü kalemişi
3- Taş ve mermer üstü kalemişi
4- Deri ve bez üstü kalemişi
2.2.1Sıva üstü kalemişi
Klasik mimari eserlerimizin
hemen hemen hepsinde uygulanan bir tekniktir. Bu teknikte kalem işinin
uygulanacağı zemine önce kireç badanası yapılır. Süslemelerin yada
nakışların yapılacağı zeminler ölçülüp bölümlere ayrılır, önceden
hazırlanan desenler iğne ile delinerek kalıp haline getirilir. Kömür
tozu yardımıyla tamponlanarak desen zemine geçirilir. Seçilen ve
hazırlanan renklere boyandıktan sonra en son olarak kontürler çekilir.
Klasik kalemişleri iki boyutludur. Işık – gölge oyunları yoktur.
Kullanılan malzeme iyi olursa ve dış etkenlerden korunursa kalıcı olur.
2.2.2.Ahşap üstü kalemişi
Sıva üstünden sonra Osmanlı
döneminde çok uygulanmış olup 4-5 asırlık çok eski bir örnektir. Hiç
restore edilmeden günümüze gelen örnekleri de mevcuttur. Yani sıva üstü
kalemişine göre daha dayanıklıdır. Bunun nedeni; dış etkenlerden sıva
üstü kalemişine göre temas halinde olmaması, başka bir nedeni ise
nakışların veya desenlerin üzerine çekilen sır tabakasıdır. Bu yönteme
lake denilir. Sır tabakası inceltilmiş bezir yağı ve verniktir. Mimar
Sinan işlerinde ve Hünkâr Mahfili ve Müezzin Mahfili tavanlarında
görülür. Bu çalışmalrda altın varak bolca kullanılmıştır.
2.2.3Taş ve mermer üstü kalemişi
Bu teknikte kullanılan boya
malzemesi tutkallı ve yağlı boya türündedir. Sıva üstü tekniğinde olduğu
gibi çalışılır. Mermer üstü çalışmalarda altın varak kullanılır sıva
üstü çalışmaya göre daha zor bir tekniktir. Özel ve daha çok zaman
isteyen bir tekniktir.
2.2.4 Deri ve bez üstü kalemişi
Ahşap konstrüksiyon üzerine
çakılan kaplama tahtaları üstüne deri veya keten bezinin gerilerek bir
tuval teşkil etmesinden sonra kalemişinin uygulanmasına geçilir.
Kullanılan malzeme genellikle yağlı boya veya tutkallı boyadır. 16. ve
17. yüzyıllarda örnekleri çok sayıda bulunur. 18. ve 19. yüzyıllarda ise
tamamen bu tekniğin örnekleri mevcuttur.
BÖLÜM 5 KLASİK DÖNEM
16.YÜZYIL KLASİK DÖNEM
Camilerin galeri veya
mahfillerinin tavanları orijinal kalem işlerinin sağlam olarak günümüze
geldiği başlıca yerlerdir.Edirne’deki Selimiye Camii’nin kemer ve kubbe
içi süslemelerinde Şemse formlarının sonsuz tekrarı ve tekstil
karakterli süslemeler ve Şemselerin içinde geleneksel motifler olan Rumi
ve Hatayi’ler ağırlık kazanır.
Giriş bölümlerinin tavanlarına
ise adeta bir seccadeyi veya kitap cildini andıran kalem işi panolar sık
sık yer almaktadır.Bu panoların zeminleri genellikle ahşaptır.
18.VE 19.YÜZYIL TÜRK ROKOKOSU VE BAROK DÖNEMİ
1.Barok sanatı
17.yüzyılın ikinci yarısından
itibaren klasik dönem süslemeciliğimizin yavaş yavaş terk edidiğini,
süsleme sanatının Fransa Rokokosu etkisi altına girdiğini görmekteyiz.
Önceleri yadırgansa da Daha sonra Türk süzgecinden geçirilerek Türk
süslüme karakterine büründürülmesi toplum tarafından olumlu
karşılanmıştır.
Barok Portekiz’ce Barocca
sözcüğünden gelmekte olup eğri büğrü inciler dizisi demektir. Bu üslupta
kitle,ışık gölge zıtlıkları,içbükey ve dışbükeyler,aşırı hareket önemli
unsurlardır.
17. yüzyılda doğan Barok üslup,
hayli değişmiş olarak 18. yüzyılda da varlığını sürdürmüştür. Barok
sanatın gölge-ışık karıştlığına dayanan çarpıcı, içe işleyici dramatik
etkisi giderek kaybolmuş ve yerini yumuşak hatta biraz gevşek bir üsluba
bırakmıştır. Bu, seyirciyi etkilemekten çok oyalayan, göz alıcı ama o
ölçüde yüzeysel bir üsluptur. Resimsel nitelikler zayıflamış, dekoratif,
süslemeci bir işlev ön plana geçmiştir. Bu dönemin saray ve köıklerinin
iç dekorasyonu ve mobilyaları da bu yeni üslubu yansıtmaktadır. Sanat
tarihçileri, bitkisel bezemelerin ve duvarları kaplayan resimlerin göz
oyalayan, tasasız ve yaldızlı üslubunu “Rokoko” diye adlandırmışlardır.
Bu sözcük, Fransızca rocaille sözünden gelmektedir. Rocaille, çürük
yapılı taşların harçla karıştırılmasıyla oluşturulan yapay kayalıklara
verilen addır. Bunun bir örneği, İstanbul’da Emirgan Korusu’ndaki büyük
havuzun kenarında görülebilir.
1.1.Barok üsluplu resim sanatının özellikleri :
“Kompozisyon bakımından klasik
üsluplu resmin özellikleri bu devrede ortadan kalkmaya
başlar.Kompozisyon dağılır. Pramidal ya da üçlü kompozisyon yerini
dağınık, diagonal düzenlere bırakır. Kapalı kompozisyon yerini açık
kompozisyon alır.
-Resim yüzeyi, mimari yüzeyler gibi parçalanır, ayrıntılaşır.
-Vücut anatomisi küçük adalelere, damarlara kadar gösterilir.
- Dolayısıyla sağlam duruşlu, klasik vücut kuruluşu dağılır ve yerini adeta bir adale yığını alır.
- Klasik üslubun durgun yüz
ifadesi, yerini hisli, ıstıraplı ve neşeli tavırlara terkeder. Duruk
yüzler ve sade vücut hareketleri yerlerini teatral denilen mübalağalı,
hissi duruşlara, yüzlere, mimiklere, el, kol ve vücut hareketlerine
bırakır. Figürler, adeta tiyatro sahnesindeymişcesine pozlar takınırlar.
Sahte hareketli bir figür topluluğu, süslü saray, ev ve kır atmosferi
içinde kompoze edilir.
- Lüks, süs, tantana, ipekli
kumaşlar, boya, peruka, dans gibi dünyevi yaşamın fantazi züppeliği,
resimlerin konusu olur. Hayvani arzuların hüküm sürdüğü sahneler ortaya
çıkar. Günlük ve anlık janr resimleri ilk kez itibar görür.
- Manzara resmi, resim sanatında
müstakil olarak kandini ilk kez göstermeye başlar. Bu manzara ifadesi,
klasik üsluplu resimlerde görülen hayali ve itibari manzaralara hiç
benzemez. Bunlar doğa karşısında etüd edilmiş, figüre fon olmayan,
müstakil açık hava resimleridir.
- Resimdeki hacim ifadesi
ışık-gölge ile elde edilir. Klasik resmin üniversal ışık anlayışı
ortadan kalkar. Mevzi, tek noktadan gelen ışık biçimlendirme de esas
olur.
- Klasik resimde görülmeyen etin ten rengi, ifade edilmeye başlanır. Şehvani duyguları belirten resimler ortaya çıkar.
- Hikaye etme düşüncesi ile kompozisyonlar düzenlenir.
- Çizgisel desenle
biçimlendirilen klasik devre resminin objesi yanında, barok resim,
boyanın resmedilen şeyin maddesini yansıtmasını amaç edinir. Boyanın
madde güzelliği keşfedilir. Böylece tarihte ilk kez tuş resminin ortaya
çıktığı görülür. Doğa güzelliği yanında resimde ilk kez beliren boya
güzelliği, bir sanat değeri olarak kabul edilir.
- Barokun son aşaması olan
rokoko ile üslup gelişimi, süsleyici ve sahteci bir resim anlayışı
içinde kendini tüketir. Tarımsal kültürlerin sanat üslupları, bu
özellikler ile binlerce yıl devam eder durur. Ama sonunda tarım kültürü
ve ekonomisi, yerini başka bir dünya görüşüne, başka bir kültür ve
ekonomiye bırakır. Öyle ki, XIX. yüzyılın başından itibaren Parlementer-
Bilimsel-Teknoloji çağı diye yeni bir çağ başlar. Artık tarımsal
kültürün bütün değerleri iflas eder. Önce saray, sonra din ve kısa
zamanda tarımsal kültürle ilgili bütün kurumlar değişir. Askeri
taktiklerden aileye ve milli eğitime kadar herşey yerini yeni kurulan
dünyaya göre ayarlar. Bu yeni oluşum, insanlığın büyük ölçüde
çarpıştığı, birbirini yediği yeni bir dönemi hazırlar. Bilimsel
araştırmalar, teknoloji ve parlementer düzen, sanatçıyı da yeni bir
ortam içinde bırakır. Sanatçı artık ona görev veren sarayı yanında
bulamaz ve yalnız kalır. Böylece sanat ilk kez, din kurumları ve saray
dışında sanatçının kendi kişisel görüşlerini yansıtır. Bu yüzdendir ki,
biz XIX. yüzyılın başından itibaren kişisel görüşlerin kaynaştığı bir
akımlar devrinin açıldığını görüyoruz. Bilimsel Teknoloji Çağı’nın
tarımsal kültürlerden ayrı, yeni bir arkaik, klasik ve barok sanatı
ortaya çıkar.”
Barok sanatını günümüzde en
güzel örneklerini İstanbul’daki Dolmabahçe sarayında görmek mümkündür.
Batılı tarzların üsluplarıyla süslenen Dolmabahçe Sarayı günümüze gelen
en güzel barok örneklerini saklamaktadır.
2 . Rokoko sanatı
Rokoko üslubu, bilindiği gibi,
Avrupa 18. yüzyılın son çeyreğinde siyasal ve ekonomik çalkantılara
sahne olmuştur. ilk büyük patlama Fransa’da ortaya çıkmış, 1789 Fransız
devrimi’yle krallık rejimi yıkılarak, kral ve yandaşları sürgüne yada
giyotine gönderilmişti. Bu yıllarda çalkantılı Paris’in sanat
çevrelerinde yeni bir sanatçıya ve onun öncülük ettiği yeni bir sanat
üslubunun doğuşuna tanık olunur. Bu genç sanatçı Jacques Louis
David’dir. Öncülük ettiği akıma da “Neo-Klasisizm” adı verilmiştir.
Klasik sanat ülküsünün yeniden
canlandırılışı olan bu akımın doğuşu iki önemli etkene bağlanabilir.
Bunlardan ilki, arkeoloji biliminin temellerini atan Alman arkeoloğu ve
sanat tarihçisi Winckelmann’ın eski Yunan ve Roma sanatını canlandırma
çabalarıdır. Winckelmann’ın giderek çözülmüş, saflığını ve soyluluğunu
yitirmiş Avrupa sanatını, kendi öz kaynağı antikiteye bağlama
konusundaki görüşleri sanat çevrelerinde geniş yankılar uyandırmıştı.
Paris’teki Madeleine Kilisesi, bu görüşün bir sonucudur. Yapının dış
görünüşünün eski Yunan tapınaklarından bir farkı yoktur.
alıntı
21 Mayıs 2012 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder