MÜHÜRCÜLER KURDU SAHAFLARLA ANILIYOR
Bayezid'deki Sahaflar Çarşısı, eskiden Hakkâklar Çarşısı idi
Hakkâk, mühür hakkeden, yani kazıyan demektir
Umumiyetle pirinçten mühür kazırlardı
Kıymetli taşları da onlar işlerdi
Benim çocukluğumda Anadolu'da hâlâ mühür kazıyan esnaf vardı
Ancak artık yalnızca okuma yazma bilmeyenler mühür kullanır olmuştu
Arap alfabesinin yerini de Latin alfabesi almış; bu sebeple mühürlerin bir sanat değeri kalmamıştı
Arap memleketlerinde, Hindistan'da Müslümanlar arasında mühür kullanmak âdeti devam etmektedir
MÜHÜR KİMDEYSE SÜLEYMAN ODUR!
Meşhur bir menkıbedir: Hazret-i Süleyman'ın mührünü bir kötü cin ele geçirip, tahtına oturmuş
Kimse Hazret-i Süleyman'ı tanımamış
Derken cin mührü denize düşürmüş
Bir balık yutmuş
Hikmet-i ilahî, balığı Hazret-i Süleyman tutmuş
Mührü bulmuş
Tahtına geri dönmüş
"Mühür kimdeyse, Süleyman odur!" tabiri de bu menkıbeden kalmadır
Geçenlerde bir müzayedede son padişah Sultan Vahideddin'in mührü ortaya çıktı
Padişah mührünün, böyle şahıs elinde bulunması belki şaşırtıcı gelebilir
Saltanatın kaldırılması üzerine, Osmanlı Devleti'nin son sadrâzamı Tevfik Paşa, geri verecek makam kalmadığı için mührü saklamış; böylece ailesine intikal etmişti
Çok kimse bir padişahın mührünün şahıslar elinde gezmek yerine, devlet hazinesinde bulunması ve müzede teşhir edilmesinin daha uygun olacağına dikkat çekti
Nitekim önceki padişahlardan bazılarının mühürleri elimizdedir
Tarihte mühür kullanmayan hükümdar yok gibidir
Hele Hazret-i Süleyman'ın, beş köşesinde beş büyük peygamberin ve ortasında kendi ismi yazılı olan beş köşeli yıldız şeklindeki meşhur mührü, bugün İsrail bayrağını teşkil eder
Avrupa hükümdarlarının mühürleri resimli ve nakışlı idi
Çok kimse bir padişahın mührünün şahıslar elinde gezmek yerine, devlet hazinesinde bulunması ve müzede teşhir edilmesinin daha uygun olacağına dikkat çekti
Tarihte mühür kullanmayan hükümdar yok gibidir
VESİKA OKUNMAZDI
Mühr, süs boncuğu demek olan mühre kelimesinden alınmıştır
Çünkü umumiyetle akik, yeşim, necef gibi kıymetli taşlardan yapılırdı
Küçük bir sahaya üç beş kelime ustaca sığdırılması; bir de zarif kulp takılması, gerçekten büyük bir maharetti
Vaktiyle mühür basılmamış vesika, itibar görmezdi
Hazret-i Peygamber'in mührü yüzüğü üzerinde akik taşından idi
İlk halifelerin de kullandığı bu mühür, Hazret-i Osman zamanında kayboldu
Bu, siyasî karışıklıklara başlangıç teşkil etti
Abbasî halifeleri, vezirlerini mühür tevdi ederek vazifelendirirdi
Bu âdet Türk hükümdarlarında da vardı
Vaktiyle mühür basılmamış vesika, itibar görmezdi
TUĞRA BAŞKA MÜHÜR BAŞKA
Çok kimse padişahın mührü deyince tuğrayı anlıyor
Mamafih padişah mühürleri, bazen tuğra şeklinde hakkedilmiştir
Ama padişahın tuğrası başkadır; mührü başkadır
Tuğra, padişah cânibinden yazılan resmî yazılar üzerine çekilirdi
Bu yazıdaki muamelenin, padişahın tasarrufu olduğunu gösterir
Osmanlı Devleti'nde kanunlar, kararlar, tayinler, aziller, arazi tahsisleri ve saire, hep üstüne padişahın tuğrası çekilmiş ferman, hüküm, berat gibi vesikalar ile yürürlüğe girerdi
Tuğrayı bizzat padişah değil, nişancı denilen yüksek bir bürokrat çeker
Osmanlılarda tahta çıkan her padişahın ilk işi dört tane mühür hakkettirmek (kazdırmak) idi
Bunda kendisinin ve babasının ismi yazılırdı
Önceki padişahın mührü alınıp hazineye konurdu
Mühürler, ilk zamanlarda yüzük şeklinde idi ve parmağa takılırdı
Sonradan üç tanesi ince bir zincire bağlı atlas kese içinde cepte ve boyna asılarak taşınır oldu
Zümrütten ve dört köşeli olan birini padişahlar parmaklarına takardı
Hazineden aldığı tahsisat ve benzeri şeyleri teslim aldıklarına dair makbuzu bununla mühürlerdi
Sultan Vahideddin'in, hazine dairesinden okumak üzere aldığı cildi çok kıymetli taşlarla süslü bir en'am-ı şerif ile şiir divanını memleketi terk etmeden hemen önce iade ettiği; bunun için vermiş olduğu mühürlü makbuzu da geri aldığı bilinmektedir
Eldeki en eski mühr-i hümâyun, Sultan II
Bayezid'e aittir
MÜHR-İ VEKALET
Ötekinden daha iri, altından ve beyzî (oval) diğer üç mührün biri sadrâzamda dururdu
Buna hatem-i vekâlet de denirdi
Hatem, mühür manasına kullanılır
Vezirleri mühür vererek vazifeye başlatmak, rivayete göre Hazret-i Süleyman'dan gelme bir âdettir
O da meşhur veziri Âsaf'a mührünü tevdi etmişti
Sadrâzam bununla padişaha arz ettiği telhisleri (üst yazıları) mühürlerdi
Nitekim padişaha arz olunacak her şey önce sadrâzamdan geçerdi
Dolayısıyla padişah bütün evraklarda yalnızca kendi mührünü görmüş olurdu
Hazine ve defterhane (devlet arşivi) de bu mühürle mühürlenirdi
Sadrâzam bununla padişaha arz ettiği telhisleri (üst yazıları) mühürlerdi
Mühür vermek sadrazam yapmak olduğu gibi; mührü geri istemek de sadrâzamlıktan azil manasına gelirdi
Bu iş için başyaver ve saray nâzırı mesabesindeki kapıcılar kethüdası vazifelendirilirdi
XVII
asırdan itibaren, padişahlar sadrâzamlığa getirilenleri saraya çağırtarak mührü bizzat vermeye başladılar
Diğer iki mühürden biri sarayın hasodasındaki kıymetli ve mübarek eşyanın mühürlenmesi için hasodabaşında bulunurdu
Diğeri de harem-i hümâyunda hünkâr dairesindeki muhtelif eşyanın mühürlenmesi için hazinedar ustada (kâhya kadında) bulunurdu
Hasodabaşı, Enderun zâbitlerinin en üst rütbelisi ve saray mareşali mevkiindeydi
Buna mukabil hazinedar usta da, harem-i hümayundaki cariyelerin en üst rütbelisi ve âmiri idi
HAMAMDA BİLE YANINDA
Sadrâzamdaki mühür kaybolursa veya azil durumunda önceki sadrâzamdan mührün alınışı gecikirse, hasodabaşındaki mühür geçici olarak alınıp sadrâzama verilirdi
Çünkü mühür bulunmadıkça sadrâzam tayini mümkün değildi
Mühr-i hümâyundan ayrılmak, sadrâzamlıktan da ayrılmak mânâsına geldiğinden, sadrâzamlar bunu yanlarından ayırmazlardı
Hatta, Sultan Aziz devri sadrâzamlarından Âli Paşa'nın hamama bile mühr-i hümâyunla girdiği anlatılır
1861 senesinde sadrâzam Keçecizâde Fuad Paşa kendi adına mühür kazıtmış ve padişaha arz ettiği telhislerde mühr-i hümâyun yerine bunu kullanmaya başlamıştır
Bunun üzerine mühr-i hümâyun, artık yalnızca padişahça ecnebî hükümdarlara yazılan mektupları mühürlemekte kullanılmıştır
1861 senesinde sadrâzam Keçecizâde Fuad Paşa kendi adına mühür kazıtmış ve padişaha arz ettiği telhislerde mühr-i hümâyun yerine bunu kullanmaya başlamıştır
HERKESİN VARDI
Sadece padişahın değil, halktan hemen herkesin böyle resmî vesikalara basmak üzere mührü vardı
Bu mühürler el işiydi
Üzerlerinde aynı şeyler yazılı bulunsa bile, birbirinden az-çok farklı olacağı için, imza yerine geçer; sahteciliğe mahal vermezdi
Mühür kazıtanlar, mühür üzerine sadece isimlerini değil; bazı veciz sözler, hatta beyitler bile yazdırırlardı
İleri gelenlerin yazı işlerine bakan memurlara mühürdar denirdi
Bilhassa hanımlar mühür kullanmaya çok meraklı idi
Mühürleri saklamaya mahsus çok zarif mühür keseleri vardı
Her kızın çeyizinde birkaç tane bulunurdu
Türkülere konu oldu
Vesikalara basılanlar bir yana, mühür, atasözlerine, hikâyelere, tabirlere, hatta türkülere konu olmuştur
"Mühür gözlüm seni elden sakınırım" diye başlayan içli türkü çok meşhurdur
Şu beyit, XVI
asır şairlerinden Karamanlı Kâmî'ye aittir:
Güle gûş ettiremez (işittiremez), yok yere bülbül inler,
Varak-ı mühr-ü vefâyı kim okur, kim dinler!
Güle gûş ettiremez (işittiremez), yok yere bülbül inler,
Varak-ı mühr-ü vefâyı kim okur, kim dinler!
Kaynak: Prof
Dr
Ekrem Buğra Ekinci
0 yorum:
Yorum Gönder