This is default featured post 1 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured post 2 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured post 3 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured post 4 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured post 5 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

18 Mayıs 2012 Cuma

TEZHİP NEDİR

JAN29

  Eski geleneksel kitapçılık sanatlarımızdan birisi olan tezhip Sanatı uzun ve köklü bir geçmişe sahiptir. Tezhip sözcüğü; Arapça zehep (altın) sözcüğünden gelmektedir. Altınlamak anlamı taşır. EL yazması eserleri, murakka denilen hüsn-i hat yani güzel yazı levha ve albümleri ile padişah tuğralarına altın yaldız ve boya ile yapılan bezeme Sanatına verilen addır. Altınla bezenmiş eserlere tezhib, ezilmiş toz altınla birlikte sulu guvaj boya ile tezyinat yapan Sanatçılara da müzehhib denir. Arapça altınlama anlamına gelen tezhip sözcüğü yalnız altın yaldızla yapılan işleri kapsamaz, boya ile yapılan ince kitap tezyinatını içine alır. Sadece altınla yapılan tezhip işlerine "Halkari'' denir Tahrirli ve tahrirsiz olmak üzere iki türlüdür. Yazma kitapların sayfa kenarlarına altınla yapılan çiçek şekillerinin etrafına tahrir çekilmiş olanlarına "Tahrirli halkar'' denir. Ayrıca ''boyalı halkar'' olarak bilinen başka bir türüde sarı ve yeşil altınla ve açık renk boyalarla hafifçe renklendirilmiş olarak yapılır.
        El yazma kitaplardan padişaha ve önemli devlet büyükleri ile tanınmış kişilere sunulan, özel kütüphaneler için yazılanlar, külliyatlar, divanlar ve değer verilen kitapların pek çoğu tezhiplenmiştir. Özellikle Kuran'larda çok zengin tezhip süsleme görülmektedir. Kuran'larda zahriye kısmı, ilk iki sayfa , bazen ilk dört sayfa tamamen tezhiple bezenmiş olur, hatime denilen dua ve hattatın imzasının bulunduğu son sayfalarda tezhiplidir. Kitabın metin kısmının başladığı yere yapılan serlevha, başlık ve mihrabiye denilen kısımlarda, Kur'anı Kerimlerdeki sure ve bölüm başlarında, Fatiha ve Bakara surelerinin baş tarafları da zengin tezhip bezemeleridir. Baştan sona nefis tezhipli eserlerde satır araları, sayfa kenarları, köşeler ile manzum eserlerde iki mısra arasındaki boşluklara da tezhip yapılır. Yazma kitapların sayfa başlıklarının çoğu kubbeli taç şeklinde olup, bunların üst kısımları da "Tığ" denilen sivri uçlarla bitmektedir. Bunların yanında ayetleri ve cümleleri ayırmak için yapılan küçük tezhip şekillere "Nokta" denir. Bunlar küçük yıldız veya çiçek şeklinde olabildiği gibi, şekillerine göre değişik isimlerde alırlar.
        Muntazam geometrik şekilde olanlarına ''Mücevher Nokta'' , altı köşelilerine ''Şeşhane Nokta'' beş yapraklılarına "Pençberk Nokta", üç yapraklı olanlarına da ''Seberk Nokta'' denir Kur'an-ı Kerimde sayfa kenarlarında o sayfadaki yazının neye ait olduğunu göstermek için yazılan yazıların etrafını çevreleyen yuvarlak ve içi boş süslemelere de "Gül" denir. Bulundukları yerlere göre değişik isimleri vardır Vakfe gülü, secde gülü, hizip gülü her beş sayfada bir, cüz gülü her yirmi sayfada bir ve sure gülü de her surenin başına konur. Bu gül motiflerinin daha büyük ve süslü olanlarına da ''Şemse'' denir. Genellikle şemse cilt kapaklarının ortasına yapılan bir bezeme çeşididir Şems (güneş) motifinden çıkmadır. El yazma kitapların sayfaları yaldızla biri kalın, diğeri ince iki çizgiden oluşan bir çerçeve içine alır. Bu çizilen altın çizgilere "Cedvel" denir. Bazen cedvellerin kenarlarına tahrir denilen değişik renkte çizgiler de çekilir. Cedvelleri müzehhipler çektiği gibi sırf bunları çizen ayrı Sanatçılar da vardır. Bunlara da "Cedvelkeş" denir. Sayfaların etrafında cedvellerden başka çiçek ve bezemelerle yapılan sular görülür, bunlar da şekillerine göre isimlendirilir. Daha geniş olanına "Zencerek" Zencirek, yani zincir gibi, zincirimsi birbirine geçmelerle eklenmiş halkalara "Ulama , iç çiçek ve yapraklarla süslenmiş bordürlere de "kıvrık Dallı" dendiği gibi, Hüsnü Hat levhalarında sözcük ve harflerin süslenmesi için bazı tezhipli bezemeler de yapılır bunlara da ''Hurda tezyinat'' denir.

TEZHİP NASIL YAPILIR?
A) MALZEMELER

1- KAĞIT: Gözü yorduğu ve yapılan tezbihi güzel göstermediği için ham kağıt kullanılmaz. Onun yerine bitkisel ve nebati boyalarla boyanmış kağıt kullanılır. Daha sonrada üzeri aherlenir. Aher bir çeşit ciladır, kağıdı doyurmak için yapılır. Sadece sanat eserlerinde aher kullanılır, çünkü yanlış yapıldığında silinebilme özelliği yaratır.
Kağıd boyamada kullanılan maddelere ve verdikleri renklere birkaç misâl :
Krem rengi : Çay suyu;
Kahverengi : Cevizin yeşil dış kabuğu veya nar kabuğu;
Sarı : Cehrî tohumu;
Kırmızı : Al bakkam;

Mor : Mor bakkam;
Şeker rengi : Şekerci ocağı isi;
Kırmızımtrak : Soğan kabuğu.
Boyanan kâğıdlar, ekseriya ipe asılarak kurutulduktan sonra, sıra âhârlemeye gelir. Yumurta âhâri, nişasta âhâri, un âhâri en çok kullanılan âhârleme tekniklerindendir. Âhârlenen kâğıd eskidikçe güzelleşir.
2- MÜHRE:
Sarı boya görünümünde olan sürme altın, kuruduktan sonra parlatılarak hakîki rengi kazandırılır. Bunun için, zermühre veya mıskale denilen, ucunda sert ve cilâlı parlak bir taş bulunan kalın kalem biçimindeki özel bir âlet kullanılır. Akik ten, Süleymâni taşı ndan, yeşim den, yemen taşı ndan yapılan ve farklı uçlara sahip olan zermühre ler vardır. Yassı (bâdemî ) mühre, kartal burnu ( sivri ) mühre gibi... Bunları îmâl eden ustalara da endamcı denilirdi.
     Mühreleme, mat ve parlak olmak üzere iki şekilde yapılır. Yağlı cilde temas ettirilip kayganlaştırılan mührenin altın sürülmüş yerlerde fazla bastırılmadan yeterince dolaştırılması ile parlak ; altınlanmış zemin üstüne ince saman kağıdı konularak aynı işlem yapılmakla mat cilâ hâsıl olur. Ekseriyâ zemin olarak kullanılan altın mat, motifler parlak mührelenir. Mührelemenin bir diğer faydası da tahrir çekme safhasında fırçaya mâni olacak pürüzlerin giderilmiş olmasıdır.
     Altın, zermühreden başka iğne perdahı ( perdahtı ) denilen nokta çukurlaştırma usûlüyle de parlatılır. Bu işlem sırasında kullanılan âlet, ucu kağıdı delmeyecek kadar yuvarlanmış ve bir sapa yerleştirilmiş olan iğne veya ince çividir. İşlem sırasında kâğıda karşı dik açıyla elde tutulan âlet ile, altın sürülmüş yerlere aynı sıklıkla ve eşit kuvvetle bastırılarak noktalar konulur. XVII. yüzyıldan îtibâren rağbet gören bu parlatma tarzı, ufak alanlarda uygulandığı ve aşırıya kaçılmadığı takdirde câzibesini korur. Nitekim, iğne perdahtı na fazla yer verilmiş olan XIX. asır tezhiplerinde aynı asâletin bulunduğu söylenemez.

3-ALTIN:
        Bir altın alaşımı, içine katılan madenlerin cinsine göre renk alır. Gümüş ilâvesiyle yeşil altın, bakır ilâvesiyle kırmızı altın ve diğer tonlar bulunur. Altın, gümüşle alaşım neticesinde zamanla kararmasına rağmen tezhipte yeşil altın çok kullanılmıştır. Klâsik usulde, zarlar arasına konulup dövülerek elde edilen ve kalınlığı mikronla ölçülebilen 5x10 cm eb'âdındaki on varak altına bir deste, yirmi desteye ise bir tefe denir. Böylece hazırlanan bir tefede 200 varak altın bulunur. Avrupa'dan gelen 8x8 cm ölçüsündeki varak altınlarsa defter hâlindedir ve her defterde 25 altın varak bulunur
    
Altın varak XIX. yüzyılın sonuna kadar İstanbul'un Beyazıt ve Süleymaniye semtlerinde Varakçılar Hanı ve Çarşısı denilen yerlerde imâl ediliyordu. Saflığı ve âyarı bakımından çok üstün olan Osmanlı altın varakları, Avrupa'dan gelen daha ucuz fabrika işi altın varaklarla rekabet edemeyince bu zanaat kısa zamanda sönmüştür. Bizdeki son altın varakçı, Güzel Sanatlar Akademisi'nde hocalık yapan Beykozlu Hüseyin Yaldız ( ö.1949) ustadır.
      Tezhipte kullanılan altın, bu varakların aşağıda anlatılacağı şekilde ezilmesiyle hazırlanır: Altın varakların ezme işi büyük ve çukur bir çini veya sırlı toprak kap içinde yapılır. Kabın derin olmamasına, sır kısmında çatlak bulunmamasına ve içinin yivsiz, temiz ve yağsız olmasına bilhassa dikkat edilir. Altın, parmakların yardımıyla ezileceğinden, bu işe başlamadan önce eller sabunla iyice yıkanarak temizlenmelidir. Ezme işleminde arapzamkı ile süzme bal aynı sonucu verdiği için, iyi cins arapzamkının koyu mahlûlünden veya süzme baldan birkaç damla alınıp kabın ortasına konur. Önce sağ elin orta parmağı zamka hafifçe değdirilip altın varak alınarak kabın içindeki zamkın üzerine bırakılır. Parlaklığı tamamen kayboluncaya kadar etrafa yaymadan tek parmakla ezilerek hamur hâline getirilir. Bu esnada diğer varaklar da birer birer kaba alınıp aynı işleme tâbi tutulur. Varaklar çoğaldıkça altın üç orta parmakla döndürüle döndürüle iyice ezilir. Varakların hepsi zamk üzerinde toplandıktan sonra, oturur vaziyette altını ezmeye en az bir saat devam edilmelidir. Eskiden daha da ince olması için el ayasıyla ezerlermiş. Ezme esnasında kap kucağa sıkıştırılarak, diğer el ile iyice kavranırsa ezme işlemi daha başarılı olur. Zamk veya bal, parmak hareketine mâni olacak derecede koyulaştığında, birkaç damla su damlatılır. Fakat mümkün olduğu kadar az su ilâvesine dikkat edilmelidir. Hattâ, eski müzehhipler parmaklarını kaynayan suyun buharına tutup nemlendirme işlemini böyle hallederlermiş. Parmak rahat hareket ederken altın iyice ezilmez, ancak zorlandığı zaman esas ezilme başlamış olur. Altının iyi ezilip ezilmediğini anlamak için iki damla su damlatılır. Eğer altın, hâreler hâlinde su damlalarının üzerine çıkacak kadar incelmişse ezme işine son verilir. Fakat büyük parçalar görülüyorsa yeniden aynı tarzda ezmeye devam edilir. Ezme işlemi tamamlanınca, altını ezmekte kullanılan parmaklar, kabın içinde temiz su ile yıkanır. Parmaklar iyice temizlenince kaptaki altın su ile karıştırılır ve parmakla çalkalanır. Bu suretle altın zamktan kısmen ayrılmış olur. Daha sonra kabın alabileceği kadar su ilave edilerek 8-10 saat bir kenara bırakılır ve altının tamamen dibe çökmesi beklenir. Bekleme süresinde kabın sarsılmaması gerekir. Altının dibe çökme müddeti ne kadar uzun olursa o kadar iyi ezilmiş demektir. İyi ezilmeyen altınlar kısa zamanda dibe çöker ve ortada toplanır. Bu altını yeniden ezmek gerekir.
     Çökme işi tamam olunca altının üzerindeki kirli ve zamklı su, mümkün olduğu kadar yavaş ve sallanmadan diğer bir kaba aktarılır. Kaptaki ıslak altın zerreleri az bir su ile küçük ve derin olmayan bir kâseye boşaltılır. Kabın ağzına kadar temiz su ile doldurularak ikinci defa 10-12 saatlik müddetle bekletilir. Altın dibe çökünce üzerindeki su boşaltılır. Bu şekilde altın kullanılma kıvamına gelmiş olur. Kabın dibinde kalan ıslak altın kendi hâlinde kurumaya bırakılacağı gibi, hafif ateş üzerine konarak suyu uçurulabilir. Sarı boya görünümündeki bu altın üstü kapalı olarak saklanmalı ve her türlü tozdan korunmalıdır. Ezilen altını kullanmak gerektiğinde jelâtinli suyla karıştırılıp fırçayla sürülür.
4- MÜREKKEP: Lal altın ve is mürekkebi çokça kuIlamlmıştir. Lal, koşnil böceğinin kurutulmasıyla elde edilip Fatih devrinde halkarlarda çokça kullanılmıştır. Altın ve is mürekkebi hem tezbih hemde hat sanatının temel malzemesidir buyüzden her dönemde kullanılmıştır.
5-BOYALAR : Bugün tezhipte Batı'nın sentetik suluboyaları tercih edilmekteyse de, eskiden binbir emekle elde hazırlanan tabiî boyalar kullanılıyordu. Bu cisimli boyalar deste-seng (=el taşı ) denilen ve üst tarafından kavranılan, alt tarafı dışbükey bir mermer taşıyla –sulu vasatta- ezilerek inceltilip zerrelerine ayrılırdı. Bu zahmetli işlem bitince, arapzamkı eriyiğiyle karıştırıldıktan sonra kullanıma hazır hâle gelmiş olurdu. Boyadaki arapzamkı miktarı çok mühimdir, çünkü fazlası çatlamaya, azı boyanın yerinden çıkmasına sebep olur. Bu boyaların niteliği, üzerinden asırlar geçen tezhip örneklerinin aynı parlaklık ve canlılıkla renklerini muhâfaza etmesinden bellidir. Bilinen eski boyalardan bâzıları şunlardır:
Siyah : İs mürekkebi ( is ve arap zamkı karışımı);
Beyaz : Üstübeç (bazik kurşun karbonat); tebeşir beyazı : (kalsiyum karbonat);
Lâciverd : Lâciverd taşı, lapislazuli; (en makbulü Afganistan'ın kuzey doğusundaki Bedahşan'dan geldiği için Bedahşî lâciverd olarak anılır);
Mâi ( mâvi ): Çivit-indigo (en iyisi Pakistan'daki Lâhur'dan gelenidir);
Mat kırmızı ( surh , verminyon ): Ham zencefre ( civa sülfür );
Parlak kırmızı : Lâl, kırmız böceğinin kurutulmuşundan yapılan ve yarı şeffaf özelliği olan mürekkep;
Tuğla kırmızısı : Gülbahar ( demir oksit);
Sarı : Sarı toprak boyası ( demir oksit ); sarı zırnık ( zırnıh-ı asfar );
Turuncu : Kurşun oksit, sülüğen ( minyum); altınbaş zırnığı;
Yeşil : Bakır taşı (bakır karbonatı); sarı zırnık + lâhur çividi.
İs mürekkebi, tezhibin en zor işlemi olan ve en çok dikkat çeken tahrir çekme safhasında kullanılır. Su ile istenilen kıvama getirilen is mürekkebi, hem siyah boyadan daha incedir, hem de eserin her tarafında siyah rengi aynı tonda tutmak daha kolay olur.
Bu boyalardan bir kısmı birbirine karıştırılmakla ara tonları da elde edilebilirdi.
6-TUTKAL : Eskiden ezilmiş altının fırçayla zemine sürülmesinde morina balığından çıkartılan ve balık tutkalı denilen yapıştırıcı suda eritilerek kullanılırdı. Fakat günümüzde bu maksatla jelâtinden faydalanılıyor.
7-FIRÇA: Yazma kaynaklarından anlaşıldığı üzere fırçanın eski ismi "kıl kalem"dir. Müzehhipler fırçalarını çulluk kuşunun ense tüylerinden kendileri yaparlardı. Gümüşi rente olan bu kıl kalemleri tahrir çekmek için kullanırlarmış.
Eski kaynaklarda adı kılkalem olarak geçen fırça, bu sanatın gerçekleşmesini sağlayan başlıca âletdir. Motiflerin dış sınırına çekilen ve tahrir denilen çizgilere, bu fırçalar yardımıyla nüans verilir. Tarihte, müzehhipler fırçalarını kendileri yaparlar ve çulluk kuşunun ensesinde bulunan gümüşî renkte yay biçimi tek tüylerin biraraya getirilmesiyle farklı kalınlıkta fırçalar hazırlarlarmış. Tahrir çekme işleminde kullanılan fırça başka maksatla boyaya sokulmaz, yine altın fırçası sadece bu işe ayrılır. Bugün Avrupa'dan ithal edilen ve 000 dan 3-4 numaralara kadar değişen samur tüylü fırçalar kullanılmaktadır.

YAPIMI

     Tezhibin ana malzemesi altındır. Altın, varak yani ince yapraklar halinde kağıt arasında saklanır. Bu tür altın doğrudan doğruya yapıştırılarak kullanılabilir. Ama ince desenler için ezilerek kullanılır. Bir pota içinde Arap zamkı ve su ile parmakla ezilir, daha sonra zamkın fazlasının alınabilmesi için suyla karıştırılır. Altın zerrecikleri dibe oturunca üstteki suyun fazlası akıtılır. Kalan az miktarda su ise tozdan korunmuş bir yerde kurumaya bırakılır. Böylece altın, boya gibi fırça ile sürülebilecek bir malzeme haline gelir. Yeşil altın ya da gümüş de renk etkileri elde etmek için yan yana kullanılabilir. Ancak gümüş, kâğıdın zamanla bozulmasına neden olur. Bir tezhibin hazırlanmasında izlenen yol şöyledir: İnce kâğıt üzerine bir desenin tümü ya da yinelenen bölümlerinden yalnızca biri çizilir. Müzehhib bir kâğıdın üstüne çizdiği motifi önce sert bir şimşir ya da çinko altlığın üstüne koyarak, birer milimetre kadar aralıkla iğne ile delerek bir kalıp hazırlar. Bu kalıp, süslenecek yüzey üzerine yerleştirilir. İçinde ince kömür tozu olan küçük bir torbacık, kalıp üstünde gezdirilir ve noktaların yüzeye geçmesi sağlanır ki buna silkme denir. Noktaların araları da ince kalemle birleştirilerek desen ana yüzeye geçirilir. Boyama işlemine altınla başlanır. Hafif jelâtinli su ile sulandırılan altın, fırça ile sürülür. Altının parlaması için de "Zermühre" denen bir alet kullanılır. Bunun için genelde akik tercih edilir. Bir sapa oturtulan bu taşın yüzeye sürülmesi ile altın parlak bir görünüm kazanır. Daha sonra çok ince bir fırça kullanılarak konturlar çizilir. Bu konturlara "tahrir" denir. Konturların çizilmesiyle zemin renklerinin altın yüzeye akması bir derece de olsa önlenmiş olur. Sonra sıra zemin kısımlarının renklendirilmesine gelir. Zeminde genellikle lacivert kullanılır ve bunun içinde lahor çivit en güzelidir. En sonunda renkli ayrıntılar eklenir, tığlar çekilir, zeminde serpme, nokta ya da tarama gibi son rötuşlar yapılır. Türk tezhib sanatının Anadolu Selçuklulardan başlayarak Osmanlılara kadar uzanan bir geçmişi vardır. En erken tarihli örneklerden biri, bugün Topkapı Sarayı Kütüphanesi'nde bulunan 1131 tarihli bir Kur'an-ı Kerim dir. 12. ve 13. yüzyıllarda parlak olarak tatbik edilen altın daha sonraki yüzyıllarda değişik renklerde (yeşil, kırmızı, beyaz) imal edilmiş, bazen mat olarak da tatbik edilmiştir. Altının yanı sıra kullanılan renkli boyaların en ağırlıkta olana koyu mavidir. Çeşitli tonlarda tatbik edilen lacivert, lahor çividi, lapis gibi adlarda toprak kökenli olup arap zamkı ile halledilir. Esas iki ana rengin haricindeki ara renkler kırmızı, yeşil tonlarda kısmen zemin rengi olarak kullanılmıştır. Çiçek motiflerinin renklenmesi de bütün ana renkler ve tonları açıktan koyuya giden kademeli bir biçimde boyanır. Bir yazma eserde tezhiblenen bölümler iç kapak anlamında olan ve kitabın adı, müellifi bazen de kimin için yapıldığını belirten temellük kitabesinin bulunduğu zahriye; sanatçının bütün hünerini gösterdiği serlevha ya da boş sayfalar, hattatın isminin konulması nedeniyle ketebe sayfası ya da hatime son sayfalar; başlık ya da mihrabiye diye adlandırılan Kur'an'dan sure, diğer yazmalarda konu basları; cümle ve ayetleri birbirinden ayırmak için konan nokta yada duraklar; sayfa kenarlarında görülen ve konuyla ilgili açıklamayı içeren gül süslemeleri olup bunlar secde, hizip, cüz ve asır gülleridir, Tezhib tasarımlarında kullanılan motifler doğadaki bitki ve hayvan biçimlerinin stilizasyonudur. Bitkisel kökenli olan çiçeklere verilen isim Hatayi grubu altında toplanan çoğunlukla hayal mahsulü olan kompozit bir türdür. Hayvansal biçimlerin üsluplaşmasından meydana gelen diğer motif türü ise Rumi adi altında günümüze gelmiştir. Kelime anlamı Anadolulu olan Rumi 12. ve 13. yüzyıllarda mimari süsleme ve tezhib sanatında en çok kullanılan motiftir. Özellikle Selçuklu mimarisinde karakteristik hayvan figürleri ile birlikte tasarlanmış birçok anıtlarda görülür.14. yüzyıldan itibaren hayvansal biçimini kaybeder. 15. ve 16. yüzyıllarda Timuri Safavi ve Osmanlılarda çok çeşitlilik arz eden kompozit biçimdedirler.
     12. v 13. yüzyıllarda yapılan tezhiblerdeki tasarımlar Rumi motifi ağırlıklı asimetrik düzendedir. Kısmen Hatayi motifinin de yer aldığı kompozisyonlar çok sade bir biçim ihtiva eder. Bu yüzyılda yapılan başka bir motif türü ise kenar pervazlarda kullanılan zencerektir.
     Türk tezhibinin en müstesna örneklerinden biri de Karahisari Kur'anındaki desenlerdir. Üslup teknik ve çeşitlilik açısından Osmanlı süsleme sanatının bir repertuarı sayılan bu Kur'andaki tezhibler akıl almaz bir incelikle Karamemi nakişhanesinin mahsulüdür. Yalnız koltuk desenleri birbirinden farklı 100 deseni ihtiva eder. Farklı renkler ve üsluplarla 600 değişik renk çeşidi ile tezhiblenmistir. Bu yüzyıl sonunda Türk tezhibi giderek inceliğini yitirdiğini ve klasik motiflerin özelliğini yavaş yavaş kaybettiğini izleriz. Batı sanat etkisinin kuvvetle hissedildiği 18. yy. da klasik süslemeyle Barok, Rokoko motiflerinin bir arada kullanıldığı tarz dikkat çeker. Özellikle natüralist çiçek buketlerinden oluşan bu teknik kendini 19.yy. sonuna kadar devam ettirmiştir. 19.yy. sonuna doğru klasik motiflerin yeniden ele alınmasına çalışılmış ve Türk tezhibinde Neo klasik üslup ortaya çıkmışsa da Osmanlı bezeme sanatının en zayıf üslubu olarak kabul edilir. Tezhibin tatbik edildiği birçok alanlardan biri de murakka yazı levhaları üzerine yapılan bezeme çeşitleridir. Muntazam geometrik şekilde olanlarına ''Mücevher Nokta'' , altı köşelilerine ''Şeşhane Nokta'' beş yapraklılarına "Pençberk Nokta", üç yapraklı olanlarına da ''Seberk Nokta'' denir Kur'an-ı Kerimde sayfa kenarlarında o sayfadaki yazının neye ait olduğunu göstermek için yazılan yazıların etrafını çevreleyen yuvarlak ve içi boş süslemelere de "Gül" denir. Bulundukları yerlere göre değişik isimleri vardır Vakfe gülü, secde gülü, hizip gülü her beş sayfada bir, cüz gülü her yirmi sayfada bir ve sure gülü de her surenin başına konur. Bu gül motiflerinin daha büyük ve süslü olanlarına da ''Şemse'' denir. Genellikle şemse cilt kapaklarının ortasına yapılan bir bezeme çeşididir Şems (güneş) motifinden çıkmadır. El yazma kitapların sayfaları yaldızla biri kalın, diğeri ince iki çizgiden oluşan bir çerçeve içine alır. Bu çizilen altın çizgilere "Cedvel" denir. Bazen cedvellerin kenarlarına tahrir denilen değişik renkte çizgiler de çekilir. Cedvelleri müzehhipler çektiği gibi sırf bunları çizen ayrı Sanatçılar da vardır. Bunlara da "Cedvelkeş" denir. Sayfaların etrafında cedvellerden başka çiçek ve bezemelerle yapılan sular görülür, bunlar da şekillerine göre isimlendirilir. Daha geniş olanına "Zencerek" Zencirek, yani zincir gibi, zincirimsi birbirine geçmelerle eklenmiş halkalara "Ulama , iç çiçek ve yapraklarla süslenmiş bordürlere de "kıvrık Dallı" dendiği gibi, Hüsnü Hat levhalarında sözcük ve harflerin süslenmesi için bazı tezhipli bezemeler de yapılır bunlara da ''Hurda tezyinat'' denir.
Tezhip Ustaları
(Alfabetik) Fihristi
 1. Abdullah b. Mustafa 1123/1711
 2. Abdullah Hamdi Muhsinzâde 1273/1711
 3. Abdullah Zühdî, Seyyid
 4. Ahmed, Seyyid 1206/1791
 5. Ahmed Ataullah Hezargradizâde 1243/1827
 6. Ahmed Hazine 1140/1727
 7. Ahmed İslâmbolî, el-Hac 1306/1888
 8. Ahmed Vehbî 1146/1723
 9. Ahmed Ziya el-Tokadî 1235/1819 dan önce
10. Ali Nazmi 1331/1912
11. Ali Rıza, el-Hac 1300/1882
12. Ali Üsküdarî 1152/1739
13. Bahaeddin 1318/1900
14. Bayram b. Derviş Şîr 930/1523
15. Çakerî 1160/1742
16. Derviş Mehmed 1110/1698
17. Ebul Ganim b. Ebil Necib b. Ebul Gaim el-Maragi 582/1186
18. Fadlullah b. Arap 912/1506
19. Ferhunde Ongun-Feyzullah Dayıgil 1364/1944
20. Güzin Akıncı 1364/1944
21. Hakkı (İsmail-Altınbezer) 1330/1911 den önce
22. Hasan 1097/1685
23. Hasan, Sakin-i Karaman 1228/1813
24. Hasan b. Abdullah 909/1503
25. Hasan Pertev 1585/1868
26. Hasan Rıza, el-Hac-Seyyid 1308/1890
27. Hüseyin Hüsnü 1285/1886
28. Hüseyin Rıfat Caferzâde 1261/1845
29. İsmail Hakkı, Seyyid 1311/1893
30. Kara Mehmed (Memi) Çelebi 962/1554
31. Mehmed b. Aybeg b. Abdullah 750/1349
32. Mehmed b. İlyas 954/1598
33. Mehmed b. Mehmed b. El-Hatib b. Nubate 773/1371
34. Mehmed. B. Taceddin Haydar Şirazî 995/1586
35. Mehmed Arif, Seyyid 1220/1805
36. Mihriban Sözer (Keredin) 1360/1941
37. Muhsin (Demironat) 1363/1943
38. Mustafa el-Üsküdarî 1210/1795
39. Nureddin 1310/1892
40. Osman Yümni 1313/1895
41. Sıtkı (Elçin) 1366/1946
42. Süheyl (Ünver) 1338/1919
43. Şükrü Baba 1324/1906
44. Yusuf b. Hüseyin, el-Hac 1200/1785 civarı
     Tarihler sanatçıların eserlerine attıklarına imza tarihleridir.

Bu yazı www.hatdergisi.com  sitesinden faydalanılarak hazırlanmıştır.


 
 

continue reading

ahşap boyama teknikleri-altın varak(folyo)kaplama

JAN29


Varak çalışmasının kolay ve pratik uygulama şeklidir.
malzemeler
akrilik boya
varak tutkalı
varak folyo bant
ahşap obje
zımpara
vernik
Yapılışı
1- Ahşap obje zımparalanır.Nemli bezle silinir.İlk kat boyanır,kurutulur.tekrar zımparalanır.İkinci kat boyanır ve kurutulur.
2-Varak tutkalı fırçayla objeye tamponlayarak sürülür.Şeffaflaşması beklenir.
3-Folyo yaldız uygulanacak yere göre kesilir.Avuç içinde buruşturulur.Tutkallı yüzeye yapıştırılır.Parmaklarla hafifçe bastırılarak yaldızın yüzeye yapışması saglanır.Yaldız folyo kenarından tutularak kaldırılır.Yüzey kaplanana kadar devam edilir.
4-Obje iyice kuruduktan sonra verniklenir.

örnek için aşağıdaki linke bakınız

Altın varak uygulanmış tepsi
Osmanlı desenli altın varak(folyo)uygulanmış tepsi

Not:Folyonun değişik renk çesitleri bulunmaktadır.Desenli folyoları uyguladığımız zaman folyo buruşturulmaz.Yüzeye sürülen varak tutkalı seffaflaşınca folyo bant düzgün bir şekilde yerleştirilir.Parmaklarımızla bastırarak desenin tamamen yüzeye çıkması sağlanırve bant kenarından tutularak kaldırılır

continue reading

Osmanlı desenli altın varak uygulanmış tepsi

JAN29


Stilize edilmiş Osmanlı deseni altın varak (rulo folyo)tekniğiyle tepsiye uygulanmıştır.
Malzemeler
Mdf tepsi
Akrilik boyalar
Varak tutkalı
Altın ve gümüş renkli rulo folyo
Zımpara
Saten vernik
Yapılışı
1-Tepsi zımparalanır,nemli bezle silinir.Birinci kat astar boya sürülür,kurutulmaya bırakılır.Tekrar zımparalanır ve ikinci kat boya uuygulanır.
2-Desen oluşturulur ve fırcayla metalik altın akrilik boyayla boyanır.
3- Boya kuruduktan sonra yine fırcayla desenin üstüne varak tutkalı sürülür.(seffaf renk alıncaya kadar beklenir)
4-Folyo altın renkli varakdan bir miktar kesilir. Avuç içinde buruşturulur.Tutkallı yüzeye yapıştırılır.Parmaklarla hafif yapıştırılarak yüzeye yapışması sağlanır.Folyo kenarından tutularak kaldırılır.Yüzey kaplanana kadar devam edilir. Burada aralara gümüş renkli rulo folyo da uygulandı.
5-Tepsinin kenarlarına da aynı yöntem iki renk varak uygulandı.
6-Obje iyice kuruduktan sonra iki kat vernik uygulanır.

continue reading

17 Mayıs 2012 Perşembe

Varak Çatlatma Tekniği

JAN29

Varak_5
Tatilden döndükten sonra fırsat buldukça odamıza zaman ayırmaya çalışıyorum. Polimer killerimi de özlediğim için, boyadan sonra ilk iş ışık düğmesi kapağını basit bir teknikle kaplamak oldu. Duvarlar kırmızı olduğu için, yan renkleri beyaz, siyah ve altın olarak seçtik.
Varak_1
Taban olarak transparan, fimo simli beyaz yada sculpey pearl (inci) polimer kil kullanılabilir. Ben transparan kili tercih ettim. Kili yaklaşık 1mm inceliğinde açtım.
Varak_3
Açtığım kilin üzerine tek yaprak altın varak serip, aşağıda görüldüğü gibi, fırın kağıdı üzerinden el merdanesiyle geçtim. Anlatması basit olsaydı resim koymazdım :)
Varak_2
Merdane işlemi hamurun uzamasını, altın varağın çatlamasını ve kille bütünleşmesini sağlıyor. Çatlakların büyüklüğünü, merdaneye uyguladığınız baskıyı değiştirerek ayarlayabilirsiniz.
Varak_4
Sonraki işlem, kilin, uygulamak istediğiniz objenin üzerine hava kabarcığı bırakmamaya özen göstererek kaplanması. Ve her zamanki gibi üretici firmanın önerdiği ısı ve sürede fırınlanması. Özellikle varak kullanımında, fırınlandıktan sonra cilalamanızı tavsiye ederim. Bu, varağın ömrünü uzatacaktır.

continue reading

paskalya

JAN29

Ortaokul ve lise yıllarında her yıl bahar aylarında Paskalya tatili yapardık ve okuldaki çoğu öğrenci adına söyleyebilirim ki, Paskalya'nın ne olduğu ve Hristiyanlar tarafından neden kutlandığı gibi bir merakları olmamıştır. Öğrenciler için tek önemli olan okulun o hafta tatil olmasıdır:) Sanırım o zamanlardan kalan alışkanlıkla okulumuzun eski öğrencileri hala Noel'in ve yaklaşık olarak da Paskalya'nın tarihlerini bilir ve bahar ayları gelince gözleri bir yerlerde paskalya çörekleri, rengarenk yumurtalar ve Paskalya tavşanlarını arar. Hristiyan vatandaşlarımızın da yoğunlukla yaşadığı bir semtte ikamet ettiğimizden bu bayramların kutlanmasına tanık olabilmek benim çok hoşuma gidiyor. Özellikle pastaneler ve kırtasiyeler gibi dükkanların paskalya temasıyla süslenmiş vitrinleri çok çok güzel. Paskalya zamanı gelmişken, ben de günümüzde inanılan dinlerin kökenlerinde hangi inanışların yattığına kişisel bir merak duyduğumdan Halloween ve Noel için yaptığım gibi Hristiyanlığın en önemli bayramlarından biri olan Paskalya'nın da  pagan kökleriyle ilgili bir yazı yazmak istedim.

Günümüzde kutlanan Paskalya bayramının ritüelleri hakkında fazla derinlere inmeden Paskalya'nın pagan köklerinden bahsetmek istiyorum. Modern Hristiyanlık'ta Paskalya 40 gün orucun sonrasında gelen 4 günlük bir süreç, Cuma (Good Friday) başlar, pazartesi sona erer ve kısaca Hz. İsa'nın dirilişini kutlar. Cuma Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği, pazar dirildiği ve pazartesi de miraca çıktığı gündür. Paskalya her yıl farklı bir tarihe denk gelir çünkü her yıl bahar gündönümünden (vernal ekinoks) sonraki ilk dolunaydan sonraki pazar günü kutlanır. Paganlar da ölümü ve dirilişi binyıllar boyunca ilkbahar gündönümünü takiben kutlamışlardır. Pagan inanışlarına baktığımızda birçok pagan tanrı ve tanrıçasının kendi ölüm ve dirilişleriye, kış mevsiminde doğanın ölümünü ve bahar mevsiminde de dirilişini sembolize ettiğini görürüz. Gelenekler ve semboller kültürden kültüre farklılık göstermiş olsa da, bereket, doğurganlık, yenilenme, kışın bitimi, cehenneme veya yeraltına inişten sonra ışığın karanlığı ve iyinin kötüyü yenmesi gibi kavramlar hepsinde ortaktır.

Easter/Ostern adının nereden geldiğine dair çok sayıda rivayet vardır. Fakat çoğunluğun hemfikir olduğu, İngilizce Easter ve Almanca Ostern kelimelerinin Anglo-Sakson bahar ve şafak tanrıçası Eostre/Ostara isminden türemiş olduğudur. Saksonlar bahar gündönümünü baharın kışa karşı zaferi olarak görürlerdi. Günler uzamaya başlar ve sonunda bahar gündönümünde gece ve gündüz eşit olur. Uzun ve karanlık kış günlerinin ardından bahar gelir ve aydınlık güneşli günler başlar. Nisan ayı da Anglo-Saksonlar arasında Eostur-Monath olarak bilinirdi ve bu ay Eostre adına festival bir festival yapılırdı. Hristiyanlık, Avrupa'da yayılmaya başladığında doğanın dirilişini kutlayan bu festival, Hz. İsa'nın dirilişinin kutlandığı Hristiyanlığa ait dinsel bir kutlamaya dönüşmüştür fakat sembolleri ve ismi benzer kalmıştır (Ayrıca kadınlık hormonu östrojen/estrogen de adını bu tanrıçadan almıştır). Eostre'nin Babil mitolojisindeki İştar ve Sümer mitolojisindeki Inanna karakterlerinden geldiği söylenmektedir. Bu tanrıçanın Yunan ve Roma mitolojisindeki karşılığı ise Afrodit ve Venüs'tür. Böylece Paskalya'daki ölüm ve diriliş inanışının çok çok eskilere dayandığını söyleyebiliriz.


Eostre'nin Sümer inanışındaki karşılığı olan tanrıça Inanna'nın yeraltına iniş mitinin günümüzdeki "Hz. İsa'nın ölümü ve dirilişi" inanışına ilham olduğu ileri sürülmektedir. Inanna kızkardeşi Ereshkigal'i görmek için onun hükümdarlığındaki ölüler ülkesini ziyaret etmek ister. Güzel elbiseler giyen ve tılsımlar takan Inanna yer altına iner ve Ereshkigal'in hizmetçisi tarafından karşılanır. Yeraltının 7 kapısından geçerken her kapıda giysilerinden birini çıkarmak zorundadır ve sonunda çıplak kalır ve küçük düşürülmüş bir şekilde kızkardeşine ulaşır. Ereshkigal onun öldürülmesini ve bedeninin bir kancaya asılmasını emreder. 3 gün sonra Inanna'nın meraklanan hizmetçisi yeraltına tanrıçaya hayat verecek malzemeler taşıyan küçük yaratıklar gönderir ve bu yaratıklar kimseye görünmeden tanrıçayı diriltirler ve Inanna cennete yükselir.

Araştırırken gördüğüm kadarıyla bu hikayenin birçok versiyonu var fakat bu versiyon ile Hz. İsa'nın diriliş hikayesi arasındaki benzerlikler açıkça görülmektedir. Inanna'nın aşağılanması ve Hz. İsa'nın işkence görmesi, Inanna'nın kancaya asılması ve Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi, Inanna'nın 3 gün sonra dirilmesi ve Hz. İsa'nın üçüncü gün dirilmesi ve ikisinin de sonsuz hayata kavuşmaları. İki hikayede de ana tema mitolojide çok önemli bir yeri olan ölüm ve diriliştir. Ölüm ve diriliş de doğanın döngüsünü sembolize etmektedir. Daha derin araştırmak isteyenler için mitolojide yer altına iniş ve yer yüzüne dönüş ile ilgili çok sayıda hikaye olduğunu söyleyebilirim.


Paskalyanın en güzel sembollerinden ikisinden de kısaca bahsetmek istiyorum: Birçok kültürde bereketin simgesi olan tavşanlar (Eastern Bunny) ve renkli yumurtalar (Eastern eggs). Saksonlar Ostara'nın Lepus isimli bir kuşu karda donmaktan kurtardığına inanırlar. Kanatları da kırılmış olduğundan, Ostara onu bir yabani tavşana dönüştürür ve avcılardan kaçabilmesi için ona hız verir. Lepus hala yılda bir kere yumurtlayabiliyordur ve yumurtaların hepsi farklı renklerdedir. Lepus bir gün Ostara'yı kızdırınca Ostara onu gökyüzünde Orion'un ayaklarının altında bir takımyıldıza dönüştürür fakat yılda bir kere çocuklar için renkli yumurtalar bırakması için dünyaya dönmesine izin verir. Yumurtalar da birçok kültürde bereket ve yenilenme sembolüdür. Bahar ekinoksu sırasında renkli yumurtalar verme geleneği Romalılar'da, Yunanlar'da, eski Mısır'da, Galyalılar'da ve Persler'de de uygulanmıştır. Günümüzde de paskalya deyince akla ilk paskalya tavşanı ve rengarenk boyanmış yumurtalar gelir.

continue reading

Share

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More